26 Ağustos 2010 Perşembe

Buyurun Cenaze Namazına



          Fenerbahçe için söyleniliyor olmasa ben de GS için "Ne olacak bu Galatasaray'ın hali" diyeceğim. Oralara geldik yani. Özellikle yöetimin  ne dediği, ne yaptığı hiç belli değil. Teknik Direktörün de ne yaptığından, ne işe yarayıp yaramadığından ne de arkada dönenlerden haberimiz var.

          Zaten Ramazan'da en çok oruç tutmayın diye yasak getiren klüp GS olmasına rağmen en çok bunu çiğneyen de Galatasaraylılar. Ve lakin namazda senkronu tutturamamışlar. Aynen takım düzeni gibi. Biri rükudayken biri ayakta, biri vecd içinde eğilirken bir diğeri kafayı çevirmiş buraya bakıyor...!
           Merhumu nasıl bilirdiniz ey Cemaat?...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Ölmek ne garip şey....


Evet, ne garip şey.
Canınızın bir parçası daha dün gözlerinizin içine bakıyor.
Ye yer sıkıntılı, yer yer gülümseyebiliyor.
Gülemiyor ama. Gülmek yoruyor insanı çünkü o durumda.

Sen ise konuşamıyorsun bile, belli belirsiz sesler çıkıyor ağzından.
Bir bıraksan kendini salya sümük ağlayacaksın.
O'nu o durumda görmek içini parçalıyor.
Sarılayım şöyle sımsıkı diyorsun içinden, sonra kıyamıyorsun, ya incinirse diye.

Kalamıyorsun yanında, çekip alıyor seni yalan hayatın keşmekeşi.
Biliyorsun bir gün bir haber gelecek, kafan öne eğilecek.
Daha da göremeyeceksin, son bir kez göremeyeceksin.
Son gördüğün can'sız bedeninin üzerindeki toprak olacak.

Evet haber geldi...
İç buruk, akıl karışık, göz yaşı mı? Yok ortalarda.
Yoldasın gene. Dışardakisin hep çünkü.
Otobüsler hem arkadaşın olmuş hem düşmanın.
Gene aynı yoldasın, amaaa bu sefer bambaşka bir sebepten.
Korkuyorsun artık, çember daralıyor.
Daha çok o sebepten gideceğinden korkuyorsun, dayanamayacaklardan korkuyorsun.


"Soğuk yüzüne geldin kuzuuuum..."
İlk şok, ilk sarsıntı. Uyandırılıyorsun.
Renksiz suratlar, iç çekişler, göz göze gelememeler, aşağı bakmalar.

Curcuna, gelen giden alıyor bir nebze seni o derinden,
Konuşulamıyor ama, yalandan bir iki soru o kadar.

Yola düşüyorsun. Toprağı görmeye, bir iki dua okumaya.
Son anında yanında bulunan akraba anlatıyor, acı çekmemiş, rahatlamış da gitmiş.
Bön suratında tebessüm olmadan seviniyorsun içinden.
Teselliyi, acılarının bitmesinde bulmaya çalışıyorsun.

Adımlar seni oraya yaklaştırdıkça yüreğin kıpırdanmaya başlıyor.
İçinden bir selam kabirler topluluğuna.
Ayakların altında kurumuş sarı otlar ve çıkan hışırtı.
Hep oraya götürüyor seni.

Evet geliyoruz sıfır noktasına, bir kızıllık bekliyor seni orada.
Çöküyorsun dizlerinin üstüne. eline bir parça kızıl toprak alıyorsun. Hep yaparım bunu oraya gittiğimde.
Dokunmak isterim çünkü. Anlasın isterim hislerimi.
Hayattayken gösteremediklerimi.

Bu bâğ-ı fânînin gülü,
Elbette fânîdir heman
Bâkî kalır mı bülbülü
Bâkî değilken gülistan.

Kuran sesi son kez sarsar seni.
Ama öyle bir sarsar ki vücudun dinlemez artık beynini.
Sarsıntılarla gelen göz yaşları ölümün soğuk gerçeğine karşı akar, akar, akar...
Durabildiğinde nispeten kendine gelmiş olursun.
Ölümün gerçeği, yaşarken sık sık hatırlanması gerekliliği.
O ayet beliriverir gene muğlak duyguların arasından.

"İnna lillahi ve inna ileyhi raciun."
“Biz, Allah’a aidiz. Zaten, ona döneceğiz.”
(Bakara, 2/156)

İnananlara, o gün geldiğinde mutlulukla gitmeyi nasip etsin Allah. Amin.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Bağlaç olan "DE" ayrı yazılırrr...

Asabiyetim bunu bitişik gördüğümde zıplayıverir.
     Biz daha bu gramer kurallarını yeni gördüğümüz zamanlarda yani daha çok küçükken, okumazken, yazmazken bile sanki daha fazla dikkat edilirdi bu kurala.
     "Amaaan, senin de işin gücün mü yok bunlara takılıyorsun" diyebilirsiniz. Evet belki rahatsızım ben. Biz öğrenirken bunun üzerinde çok durulmuştu.
     Burada mümkün olduğunca çok okumaya çalışıyorum, 10 kişiden 8'i yanlış kullanıyor. Hatta gençler sanki bunu bitişik yazılıyor biliyor! Okurken gözüme takılıyor, hızımı kesiyor. Belki fazla özel olacak ama lütfeeeeen ayıralım De'yi artık.
Saygılar, hürmetler...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Adi Netçiler

                  Neden internetçiler uyuz uyuz çalışır, bağlayamazlar bir türlü, neden sıra sana gelivermez, kesin herkes bana kıllık yapmak için yarışıyor diye düşünmeye başladım. Taşındığım semtte kablolu yokmuş, ben de uydu nete taahhüt etmiştim 2 sene kullanacağımı, ben kullanırdım ama onların tesisat gitmemiş oraya, halbuki şehirin göbeği sayılır. Üstüne bir de 350 TLcik istediler ki hiddetimden ve kızaramadığımdan kara lahana gibi oldum .. . . . .

21 Temmuz 2010 Çarşamba

TAŞINDIM... ve dahası.

                Taşındım ve neredeyse herşeyi hallettim. Ailem sürpriz bir şekilde cümbür cemaat geldiler. 4 gündür beraberiz, gez-dolaş yapıyoruz. Yeni evim işe 15 dk. ( Bundan iyisi olamazdı herhalde!) Süper güzel huzurlu sevecen... 

               Sanırım yaşlandıkça daha da duygusallaşıyor insan.. Yanlız çocuk sesine dayanmanın gitgide zorlaştığını farkettim ve bu hiç hoş değil. Yoğun çalışıyor olmanın tabii ki etkisi var, yadsınamaz. Yorgun gelinen işten sonra gelinen evde çocuk vızıltısı da pek zor kardeşler. DAnnnn Daannnn diye vuruyor kafaya.

               Ama HUZUR... Huzur, başka birşey. Gün geliyor hayatın amacı oluveriyor. Yani "aman kimse dokunmasın bana, kavga gürültü olmasın, hele ses uzak dursun benden..." 

Kötü mü bu sizce?

              Yanlızlığı çok düşünüyor insan, tabi insan iletişmek ister neredeyse her zaman, bizim gibiler için yoğun delikanlılıktan sonra huzur daha ağır basıyor, zaman ilerledikçe de yanlızlık. Allah sonumuzu hayretsin...

15 Temmuz 2010 Perşembe

Güç Kimde Artııııık . .? (Kadınlar-Erkekler deneme bir-ki)




    Bizler hemcinslerimiz arasında her daim kavga ve rekabet halindeyiz.



Bayanlar güzel olan
belki de güzel olması gereken cinstir, o yüzden sürekli kendine bakım yapar, görünüşü hayatının
büyük önem noktasıdır. Rakipler hayatın her alanında birbirlerinden böyle sıyrılırlar.



    Erkekler ise çirkin yaratıklardır. Tabii ki aralarında güzellikleriyle (babyface, erkek güzeli..)
yarışmaları anlamsız olur, erkekler de güçleriyle yarışırlar. Güç kavramının içinde değişik elementler
bulunur. Para bunların en önemlileridir. Kariyer ve toplum içinde saygınlık da arkasından gelir.
Erkekler de hayatlarındaki kutsal amaca bu yollarla ulaşmaya çalışırlar.


"Only a man who knows what it is like to be defeated can reach down to the bottom of his soul and come up with the extra ounce of power it takes to win when the match is even."
Muhammad Ali    (Güzel söz, araya iliştiriveriyim)



    Buraya kadar sorun yok. Bundan sonra karışan kısımlar dünyamızın sonunu getirecek, tüm düzenleri
sarsabilecek kadar önemli bir değişim var. "Cinslerin karışımı". Bayanlar kabul edilebilir ki şu an
dünyada kariyer yapmak konusunda çıldırmış durumdalar. Saf erkek gücüne ulaşmak için sürekli denemeler
yapmaktalar.


Erkekler de günden güne metroseksüelliğe doğru kayıyorlar. Tarihin hiç bir diliminde heralde
bu kadar yüzüne-gözüne, saçına-başına, kıyafetlerine dikkat etmemişlerdir. İşin garip tarafı bunu bayan-
larınki gibi içgüdüsel değil tamamen rakiplerinden bir adım da olsa öne geçebilmek için, "score" için
yapmakta.


Sayın hanımlar bizler karşı cins olarak zaten çekeriz birbirimizi. Lütfen bırakın alanlarımızı bize,
yoksa oynayamıyoruz, yerimiz dar geliyor. Bu süreci kesmezsek eğer bir noktada sizin partner-eş-sevgili
bulmanız daha da zorlaşacak. Gay olma hızı büyüme trendinde. Aman Allah muhafaza, kulaklara küpe olsun...

9 Temmuz 2010 Cuma

?

Anaaaa, sınav Pazar değil Cumartesiymiiiiiş  :)

Alın size anlatım bozukluğu, buram buram bozulun...

"""Nooldu bana? Nerdeyim ben? Siz kimsiniz? Anneeeeeeee"""

5 Temmuz 2010 Pazartesi

KPSS'den önce iç rahatlatma...



KPSS için çalışmaya başlıyorum artık. Ne kadar çalışkan bir adamım ben yaa. 1 hafta önceden pek başlamazdım çalışmaya eskiden. Bu kadar geçmişlikten sonra bence gene iyi. Bunu da biraz içim rahatlasın diye yapıyorum.
Sanırım bir süre blog okumayacağım, tarih ve anayasadan başka birşey okumayacağım diye tahmin ediyorum, sınavdan sonra arayı kapatırım.

Hayatsal gereksinimleri için iyi bir puan alması gerekenlere kolay gelsin, sizlere de dua ediyorum...

1 Temmuz 2010 Perşembe

BANA BAKSANA SENNNN # 2





Çok beğendiğim bir çift. Michael Wentink & Beata. Rumbayla başlıyor Paso Doble ile devam ediyorlar. Yıllardır izlemekten bıkamadığım bir show.
Kostümler çok güzel, teknik ve estetik de. Kızlar bakın görün, daha az sızlanın daha çok spor yapın. Neden sizin de böyle bir vücudunuz olmasın!
Alttaki link dans ettikleri parçaya ait, bildiğiniz Celine Dion'un "My heart will go on"u. Yanlız bir aranjman yapılmış. Pasodoble ritmi atılmış arkaya. İlk duyduğumda sarstı beni, alakasız iki tür süper bir şekilde harmanlanmış...

http://fizy.com/s/1aj8kc#s/1cqrn8

29 Haziran 2010 Salı

MİM

http://lazanyaaa.blogspot.com/2010/06/mim.html 
 Lazanya'dan buraya geldi buradan da başka yerlere gidecek, buyrun benim cevaplarım

1. Hangi işleri yarım bırakırsın yada bıraktığın neler var?

Gereğinden uzun sürecek olan, anlamlandırmakta güçlük çektiğim ama yapmak zorunda olduğum işler. Lazanya gibi temizlik olayında. Bunların ötesinde;  ruh halim değişken olduğundan enerjim düşebiliyor bazen, o zamanlarda desteklenmediğim takdirde neredeyse her türlü işi bırakabilirim. Olayın önemine göre  tekrar başlarım geçince.
 
2. Yakın zamanda kaybettiğin biri var mı?

Hayır yanlız bir süre önce Babaannem kötüleşti, çok korkutmuştu bizi.

3. En ağır bulduğun, sana dokunan bir yemek var mı?



Yakın zamana kadar dokunan pek birşey yoktu. Şimdi reflü var. Yağlı yemekler, kızartmalar, ekşi şeyler DOKANIYOR artıkın  :(


4. Cinsellik ve aşk anlamında unutamadığın biri var mı?

Aşk maalesef. (Blogumda da yazmıştım, öyle bende deli yaralar, izler, hatıralar bırakmış kimse yok, benimkiler genelde duygu esnemeleri cinsindendi.)  Cinsel olarak hayallerimin yakınından bile geçtiğimi düşünmüyorum. Hayal olur mu bu iş demeyin, olur? Hayal edemediğime dokunmanın anlamı da yok.    


5. Çocukken sevdiğin çizgi filmler?



Clementine, Tsubasa,  Uçan Kaz,  He-Man,  Voltron, Yakari,  Kalimero... Düşünüyorum da o dönemdeki neredeyse her çizgi filmi izlemişim, bayıla bayıla hem de. Sayabildiklerin en çok sevdiklrinden...

6. Blogger'a ne zaman kayıt oldun? Kim vesile oldu? Nereden duydun? 


Eski ev arkadaşım acetoyu göstermişti 2 sene önce falan, önce futbol ve spor bloglarına baktım bir süre, tahmin edeceğiniz üzere sıkıldım ve çok enteresan ve güzel başka bloglar olduğunu görüp onları okumaya başladım. Hiç üye olacağımı ve yazacağımı zannetmiyordum. Çevremdeki kişilere ve ritmik seslere takılmam sonucunda yazmak tavsiye edildi.  Yazıyoruz, okuyoruz güzel işte...

7. Çok paran oldu neler yaparsın?




 
Çok acaip harcayabileceğimi hissediyorum, demek istediğim öyle bunalıma falan girmem. Çatır çatır yerim. Tabi yaşamsal gereksinimleri halletmeyi geçiyorum, aileyi de rahat ettiririz, Babamıza en sevdiği ama alamadığı arabayı falan alırız. 
Sadece uzaktan acıyıp, yardım etmediğimiz sokak çocuklarına, evsizlere, yetimlere, güçsüzlere ve yaşlılara otel konforunda evler yaptırır ve idare ettiririm. Adı da "Sevginin Evleri" gibi birşey olur. Kişi en çok doğal olarak yaşamsal eksikleri varsa insan olmaktan uzaklaşır, sevgiyle büyüyen bir akım ortaya çıkarırız belki :) 
Bu arada tabii ki gezebileceğim kadar gezer, görebileceğim kadar çok yer görürüm heralde...


MİMlenenler haydeeeee;

Kırmızı Adam

ayca

Sittirella
 

25 Haziran 2010 Cuma

BENi DiNLEYiN # 4



Tek kelimeyle -Muhteşem-.  Bu iki baba insan -Baba derken bizim babalar gibi değil. Biri modern operanın, diğeri de soul müziğin babası- biraraya gelip çok çok çok güzel bir düet yapmışlar.
Sanırım bu prömiyer 2002'de yapılmış. 2006'da James Brown, 2007'de Luciano Pavarotti hayata gözlerini yumdular.
James Brown her zamanki neşesiyle, saygıyla Pavarotti'ye eğiliyor, Pavarotti hasta. O koca gülümseme acılaşmış, lakin vakarı ortada, sesi kalbinden geliyor. Ağlatan veda işte buna denir...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Dizileer Dizileeer, Az Şerefsiz Değilsiniz Hani !

Şu zamanda en sevmediğim şeylerden biri Komplo Teorisi üretmektir, üretenlerin tartışmaları daha da bir iğrenç. Biz tabi severiz hem üretmeyi hem de k.çımızdan uydurduklarımız üzerine bir dünya inşa etmeyi ! O yüzden öncelikle diyeceğim bunlar komplo teorisi değildir, elbet özellikle ve birileri tarafından yapılıyor olabileceği gibi bir takım kendini, benliğini, değerlerini unutmuş dalaylamalar tarafından yapılıyor olabilir. Konuya gelelim.

Bu dizi furyasının bir takım faydaları elbette var olmakla birlikte maalesef zararları faydalarını solda sıfır bırakıyor artık. Kısaca bu iş çığırından çıkmıştır. Önceleri herkes sevmişti dizileri, daha düzgündüler. Sinema-TVci arkadaşlar daha güzel anlatabilir tabi. Kastettiğim diziler "BİZİMKİLER", "SÜPER BABA", "EKMEK TEKNESİ" gibi. (Buralarda mecburen genelleme yapılacak)  Bunlarda günlük hayata fazlasıyla bulaşılır, dizi akar haa akardı. Sıkılmazdın, çünkü işte seninki gibi hayatlardı anlatılan. Bunlarda fantastik hikayeler yok gibi birşeydi. Tabii buradaki öz; onlar-bunlar, eski-yeni karşılaştırması değil. İyi, güzel ve naif dizilerin pek tabii yapılabileceği ve reyting denen canavarın g.tünü havalarda gezdirebileceği.


Günümüz dizilerini izlerken hep bir sıradan olmayan, pek değişik, kötü, uç, extraordineeeer olay yaratma çabası, kasıntısı hissediyorsunuz. Sanki böyle herkesin ilgisini çekebilecek türden bir olay koymazsa izlenmeyecekmiş gibi. Bu bir sonu alınmaz gidişat. Bana öyle geliyor ki, devam edilirse süreleri 4 saati bulan, karakterlerin başlarına 5 dk.da bir kötü olayın geldiği, acaip tesadüflerin yaşandığı ve nerede Mallama var onların doluştuğu, içinden çıkılmaz masal bocalamaları meydana gelecek.
(Mallama: Hem parası olduğu halde sefil bir hayat yaşayan, tatminsiz, aciz, ezik (Evet en iyisi bu oldu EZİK) olacak şekilde Dallama, hem de; gözünün önündeki gerçeği (tabi senaristlerin o muhteşem zekalarının ürünü garip tesadüf etmemeler sayesinde biraz da) gözüne sokulduğu halde 50 bölümde göremeyen SALAK analamına geliyor)

Geçen gün  sevgili  élla  bir dizide (Melekler Korusun) yapılan büyük bir hakareti yazdı. Ben de şu an gündemde olan ve çok izlenen EZEL ve AŞK-I MEMNU dizilerinden ve etkilerinden bahsedeceğim.


  •   EZEL ile başlayalım. Oyuncuların maaşallahı var. Kurgu da çok iyi diyecem ama Telegol klasiği   "Yok artık Ali Sami" lafını edemeden geçemiyorum. Hayal gücü iyi çalışmış. Yanlız bu kadar da olur mu kardeşim. 3 kanka sırt sırta yaşıyolar. Üçlünün iyi yürekli idol adamı aşk meşk olaylarına giriyor. O da peri masalı gibi. Sonra nooluyor da 2 kanki, 1 hayata bizim esas oğlanla bağlanan hatun, 1 de hatunun kötü babası bir araya gelip hadi şu dünya iyisi adamı iyi bi becerelim diyorlar. Çocuğun ansından emdiği sütü burnundan getiriyorlar, üstüne işledikleri cinayeti ve yaptıkları yıkıp müebbete mahkum ettiriyorlar. Yok artık yok artık yok artık. Tabi olay sadece burada başlıyor. Bizim elemanı içerde mahvediyorlar, sonra Türkiyeye malolmuş Dayımız ortaya çıkıyor ve elemanı değişik bir peri masalına çekiyor, yetiştiriyor falan filan. Çocuk intikam alacak, tabii çok uç olaylar var, yazmakla bitmez. Sıkıldım zaten. Bir de -Face Off- vari bir olay var, o da beni benden aldı. İntikam başlıyor tabi ağırdan ağırdan, yıllara yayılan bir şekilde. Bize batan noktaları sıralayalım şimdi... Toplumu hayal alemine sürüklemek. (Normal şekilde görülebilecek, izlenebilecek, başedilebilecek bir mevzu imiş gibi aktarılması). Kötüyü iyi göstermek.(Misal Ramiz Dayı, adam mafyanın önde gideni, kumarın babası, bir sürü kötülüğü var ama millet ağzını gere gere onun laflarını konuşup, dayı havalarına giriyor.) İntikam almanın normal, nasıl aldığının da önemli olmadığı belirtiliyor. (İntikamı için bir sürü masum ölüyor, gene masum bir hatunun kalbi paramparça ediliyor, kullanılıyor.) Silah, kumar gibi uzak durulması gereken şeylerin de normal ve hatta güzel gösterilmesi.

  • ve AŞK-I MEMNU. YAPRAK DÖKÜMÜ'nün iki ileri versiyonu. Görkem, şatafat, aşk, ihtiras, cinsellik, salaklık, sınıf ayrımı... Yukarıda ezelde saydıklarımızdan burada da bol bol var. Onlara tekrar değinmeden en göze batan mevzusuna gelecek olursak o da aile içinde dehşetenciz pisliklerin dönmesi. Kısaca bir hatunun kocasını defalarca hem de onun yeğeniyle aldatması. Bunun da hayatımızda rahatlıkla olabilecek bir aşk meselesi olduğu gibi işlenmesi çok büyük bir küfürdür.
Aşık oldun mu herşey mübah ooooohhhh, başka bir arzunuz? Nerde yapılmaması gereken şey varsa yükle aşkın sırtına kabul görür, mazur görülür, affedilir, pardooon ortada affedilecek birşey mi var?!!! Hadi bunu yaşını başını almış insanların izlemesi neyse, yeri gelir iyi bile gelir insana, dersler çıkarır. Ama durumumuz öyle mi? Bütün aile geçiyor ekranın karşısına çoluk çocukla beraber, bakalım bu bölümde kim kimi nasıl düdükleyecek. İnsaf edin ey yapımcılar, senaristler, yayıncılar. En önemlisi ey aileler, yapmayın, etmeyin, genç masumlara kıymayın, gelecekte gençlerimizin vatana, millete önce de sana hayrı dokunur mu bunları izlerseler. Yarın aklı karışık bi bebenin güzel bir yengesine kolaylıkla ve kendini yalandan bir aşkla ikna ederek göz koymasıyla karşılaşırsak ne hissedeceğiz, nasıl davranacağız.

17 Haziran 2010 Perşembe

SEN = < > (Boş küme)




Neredesin Firuze filmini çok sevmiştim, değişik gelmişti bana. Absürdlüğü çok çekici geldi bana. Bunun yanında Soundtrack daha da bir güzel..İşteki kompütere müzik aktarırken gördüm ve uzun zamandır dinlemediğimi fark ettim. Şimdi baba insandan - Sensiz Olmaz- ı dinliyorum. Başka bir baba insan Bülent Ortaçgil'in sözleri normalde şarkılarda pek sözleri duymayan melodi insanı için bile yeterince sarsıcı. Bunu dinlemek güzel tabi. Bununla birlikte bu şarkının beni gömen tarafı ise:
--  " Eeee dinleyici, sen kimi düşünüyorsun bakalım? " sorusunu sorduğunda
--  " iyi de benim için böyle biri yok ki, hatta hiç böyle biri olmadı " 
gerçeği bu denli eşsiz parçalardan alabileceğim keyfi azaltıyor.

Bu benim için kötü birşey. Çünkü güzel bir aşk şarkısını dinliyorken biri, film şeridi haline gelip beynimin ücra bir köşesinde tören geçişi yapmazsa olmuyor, o denli zevk alamıyorum. Hani normalde 5 kadehte sarhoş olan birinin, aşk acısından kızarıyorken aldığı bir kadehin bile onu sarhoş edebildiğini düşünürsek bende öyle " biri " nin o an normalde anlamsız gelecek sütüpüd bir şarkıyı 50 kat değerli kılabildiğini biliyorum.

Düşünün bir kere böyle duygu fırtınasız bir anı olmayan, romantizm ekili tarlalarla ( Bu ne lenn? hakkaten öyle aklımageldiği gibi yazıyorum, bakalım nasıl birşey çıkacak ? )kaplı bir bünyede şu şarkıda beni sarsacak bir hayalet bile yok. Sensiz olmaz ülen .... ! Boşluğunu dolduran biri olmadı işte.
Ve işte sayın okuyucu, tabi birileri okursa söyleyebilir mi ajaba; bu bir nevi mallık, ohüzlük müdür?
Yoksa talihsizlik midir?

16 Haziran 2010 Çarşamba

BANA BAKSANA SENNNN # 1



Dans klipleri yayını da başlamış bulunuyor sayın seyircilerrr. Ve ilk showumuz...

Rumba lütfeeennnn...

BENi DiNLEYiN # 2


http://www.2dopeboyz.com/2010/01/11/sade-soldier-of-love-video/

Sade'den gene çok hoş bir şarkı "Soldier of  Love".
Klip muazzam. Pahalıya mal olmuştur ama bizimkiler de umarım bir gün ders alıp böyle klipler çekerler.
Alsın da götürsün sizi ilk gidilecek yere...



I've lost the use of my heart
But I'm still alive
Still looking for the life
The endless pool on the other side
It's a wild wild west
I'm doing my best

I'm at the borderline of my faith,
I'm at the hinterland of my devotion
In the frontline of this battle of mine
But I'm still alive

I'm a soldier of love.
Every day and night
I'm soldier of love
All the days of my life

I've been torn up inside (oh!)
I've been left behind (oh!)
So I ride
I have the will to survive

In the wild wild west,
Trying my hardest
Doing my best
To stay alive

I am love's soldier!

I wait for the sound
(oooh oohhh)

I know that love will come (that love will come)
Turn it all around

I'm a soldier of love (soldier of love)
Every day and night

I'm a soldier of love
All the days of my life

I am lost
But I don't doubt (oh!)
So I ride
I have the will to survive

In the wild wild west,
Trying my hardest
Doing my best
To stay alive

I am love's soldier!

I wait for the sound

I know that love will come
I know that love will come
Turn it all around

I'm a soldier of love
I'm a soldier

Still waiting for love to come
Turn it all around

I'm a soldier of love
I'm a soldier

Still waiting for love to come
Turn it all around

Still waiting for love to come

14 Haziran 2010 Pazartesi

www.nedenbuguzelimhayvanlarakiyarlar.net.com



Allah'ım  yuaaa, hem Güzellik hem de Masumiyet birarada. Elastik, estetik ve hızlı olması da cabası.







Büyük Takıma Giden Anadolu Gençleri

Daha çemkirmeli bir başlık atacaktım emme tuttum elimi.


Arkadaş şimdiden kusura bakmasın, onu tanımam, hakaretamiz birşey de demek istemem ama bu yazının yazılmasına sebep olan tek şey onun gülüşü pardon SIRITIŞI. Arkadaşın kim olduğunu da demeyelim, 2.lig'den Trabzonspor'a transfer oluyor. Güzel birşey tabi, hayırlı olsun, amma kardeşim o nasıl bir tip yaaa, o nasıl sırıtmak, ne demek istiyon sen haaaa?

 Bakalım şimdi; gömlek güzel, bordo şapka olayına mavi gömler - takım renkleri ayağından iyi olmuş, yanlız o boynundaki ve kolundaki altın saat zaten sizi ne kadar iyi tanıdığımı bir kez daha gösterdi bana. Aklıma direkt olarak gelen şey senin oralarda uslu durmayacağın, oraya, ceviz-fındık-badem gibi kabuklu kuruyemişleri kabuklarını kıra kıra yeme niyetinde olan, o bar senin, bu pavyon benim deyip yenice cukkaladığın transfer parasını ezmeye gitiğindir.

Sana ohhaaa diyorum, ülen bi de İstanbul'a bir büyüğe gelseydin napacaktın Allah kerim? Amma velakin gözlerindeki çakkallığı da anlamıyorum zannetme. Trabzon'da zaten yedek olacan, cebinde paran olacak, fazla göz önünde olmayacan hem de Nataşaların içinde dört dönecen de mi? Varya oolum takibinde olacam senin, bir Anadolu yiğidinin daha kaybolmasını izlemeyecem, ona göre!

11 Haziran 2010 Cuma

Ali Rıza Binboğa vs Ayça Şen



Biraz önce bir arkadaşın maili yüzünden gülmemi tutamayıp işte huzursuzluk yarattım. Konu Ali Rıza Binboğa. Cidden değişik bir adam. Ben fazla yorum yapmadan sevgili ve pek muhterem Başkanımız Ayça Şen'in 2 yazısını koyuyorum buraya, geçmeyin, mutlaka okuyun, gülme garantili :)

Konu şu aslında,-herşeyi geçerek sözlere ulaşmak. En yeni şarkısından alın size sözler;

2006 - Hürriyet



Son 10 yıldan beri de albüm çıkarmayan Binboğa; üç haftadır piyasada olan yeni çalışmasında yer alan 'Ver Dudağını Al Dilini' adlı şarkısının sözleriyle de herkesi şaşırttı.



İŞTE TARTIŞILAN SÖZLER

Tut elini çek belini
Uçuram seni incitme beni
Al eline hal hal
Saz gibi çal beni, söz gibi yaz beni,
dağ gibi gez beni
Ver bedenini, al balımı
Tut elini çek belimi
Seveyim seni, incitme beni...



Ayça Şen Ali Rıza Binboğa başbakan olsun!

08/07/2006 (2948 defa okundu)

Ayça Şen

Korkunç bir hafta geçirdim. Bir kere, radyo programıma gelen Ali Rıza Binboğa krizini henüz atlatabildim. 'Ver dudağını, al dilimi' sözlü şarkısı değildi beni tarumar eden; albüm kapağında yazdığı 'ödev' bölümü darmadağın etti esas. Mustafa Kemal Marşı'nı torunlarımıza öğretmemiz gerektiğini, bu marşın nesillerden nesillere geçirilmesini ödev vermişti albümün giriş bölümündeki yazısında. Marşın aklımda kalan sözleri şöyle: 'Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, dat dara dat dara dat dat' ve bunu ağzıyla söylemişti. 'Dat dara dat'ları da ağzıyla söylemişti. Ve buna da inanıyordu. Bu bana büyük bir ders oldu. Şöyle: Bir insan yaptığı bir şeye nasıl bu kadar inanabilir, nasıl bu kadar kendine güvenebilir...
Ben de şuursuzumdur. Ama bununla gurur duymam. Beş arkadaşımla konuştum, onlar da şuursuzmuşlar ve bununla gurur duymuyorlar. Siz de belki şuursuzsunuzdur ve gurur duymuyorsunuzdur. İnsan yaptığı bir işe nasıl bu kadar inanabilir, nasıl bu kadar güvenebilir, hal böyle olunca insan kendini nasıl geliştirir; güvenmeyenler de geliştirmiyor gerçi ama, dediğim gibi, şaştım da kaldım.
Sanatçıların çoğunda, yaptığı işlere duydukları şuursuzca özgüven bir süredir dikkatimi çekiyor. "Çok güzel oldu, çok yeni, şu kadar harika, bu kadar nefis..." diyebiliyorlar mesela. Ama Ali Rıza Binboğa hakikaten bambaşka. Yani onun dev heykelleri yapılıp şehrin muhtelif yerlerine kondurulmalı. Albüm kapağına yazdığı ödev ibreti âlem olmalı, nesilden nesile bu ödev okullarda okutulmalı, ona televizyon programları yaptırılmalı, gençliğinde devrimciymiş de, bir parti başkanlığı verilmeli, başbakan yapılmalı, cumhurbaşkanı olmalı, Radikal onu yazı dizisi yapmalı, doktorlara Ali Rıza Binboğa'nın sırrı sorulmalı ve hepimiz bir tımarhaneye kapatılmalıyız. Hastane koridorlarında onun şarkılarını söylemeliyiz. Doktorlar da delireceği için hastane kapıları açılmalı, herkes sokaklarda yaşamalı, evlerinde oturmalı, sonra Ali Rıza Binboğa tekrar albüm yapmalı ve aynı şeyler tekrar yaşanıp bizler tekrar tımarhaneye yatırılıp hep birlikte tekrar kendi evlerimize çıkıp sokaklarda yaşamalıyız. Belki yetmişlerde bu böyle oldu ve tekrar hastaneye kapatılma vaktimiz geldi.
Cuma günü Ali Rıza Binboğa programa konuk oldu, hayatım değişti. Sinirlerim boşaldı, adamın yüzüne baka baka nefesim kesilerek gülme krizine girdim ve mikserin üzerine kapanmış Mustafa Kemal marşında sinirlerim bozulmuş zırıl zırıl ağlarken Ali Rıza Binboğa bana dönüp "Bu gerçekten hüzünlü bir marş; tepkinizi anlıyorum" dedi.
"Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, dat dara dat dara dat dat..."
Delirme hissini o gün orada koyverip gitmiş gülerken yaşadım. Sosyal yükümlülüklerim istifa etmiş, mantığım mantıksızlığın önünde saygıyla eğilmiş, gülmek ağlamaya yenilmiş, olmaması gereken bir yerde olmaması gereken bir şeyi istemsizce yapmış ve bundan bir an bile utanmamıştım. Şuurum tamamen kaybolmuştu.
Bu tip krizlerin arkasından duygusal çöküşler yaşarım, bunu da yaşamış, gelecekte yapacaklarım sırıtarak kötü bir niyetle bana bakmıştı. Ne yaparsan yap mutlaka başına geliyor insanın çünkü. Kendimi bilim kurgu bir sanrıyla yaşlanmış, Memo ve arkadaşlarının yanında, hem de Memo elebaşı olmuş, beni bir halkanın arasına almış dalga geçerlerken yakaladım. Biraz içim buruldu ama çok da bozulmadım.
Ya, durup durup düşünüyorum, Ali Rıza Binboğa hakikaten muazzam bir insan yaa. Onun bir de 'Yarınlar' diye bir çocuk yuvası var ve o yuvada çocuklara bu Mustafa Kemal marşını çalıyorlarmış ve çocuklar da tek sıra olup o marşla yürüyorlarmış. Seneye Memo'yu o yuvaya vermeyi ve ilk, orta ve yüksek öğrenimini o yuvada tamamlamasını istiyorum. Hatta ben de işi bırakıp tam gün o yuvaya öğrenci olarak girmeyi düşünüyorum. Mükemmel bir yuva olduğuna hiç şüphe yok diyor ve yazımızı marşımızın en güzel bölümüyle bitiriyoruz: Dat dara dat dara dat dara dat...



Sonra da ikinci yazı;

TEKZİP CEVAP VE DÜZELTME

04/11/2006 (2299 defa okundu)

Ayça Şen

Ali Rıza Binboğa Başbakan Olsun!
Ayça Şen'in 08.07.2006 tarihli yazısında müvekkil Ali Rıza Binboğa ve yeni albümü hakkında aşağılayıcı ve küçük düşürücü söylemlerde bulunmuştur.
Şöyle ki; Ali Rıza Binboğa'nın şuursuz bir kişi olduğunu ve şuursuzluğundan gurur duyduğunu, insanları şarkıları ile delirttiğini iddia eden Ayça Şen, müvekkilim Ali Rıza Binboğa'yı aşağılamış ve küçük düşürmüştür.
Öte yandan, müvekkil Ali Rıza Binboğa'nın albümünün kapağında yer alan yazı ile alay etmiş, albüm kapağındaki ev ödeviyle ilgisi olmayan söylemlerde bulunmuştur.
Hâlbuki müvekkil Ali Rıza Binboğa; albüm kapağında "Senin şarkılarınla büyüdük." diyen hayranlarına "Peki öyleyse, çocuklarınız ve torunlarınız da yeni şarkılarımla büyüsün ve bu da sizin ev ödeviniz olsun." diyerek şakacı bir zihniyetle hoşluk yaratmak istemiştir. Ve zaten müvekkil Ali Rıza Binboğa'nın kapaktaki sunuş yazısında yer alan; "Şaka bir yana ben bu şarkıları çok sevdim, siz de seversiniz sanıyorum. Tıpkı 'Yarınlar Bizim', 'İlköğretmen' ve 'Baharım Sensin'," gibi ifadelerinden bu durum açıkça anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Ayça Şen'in yazısında yazılanlar tamamıyla Ayça Şen'in abartmasıdır.
Diğer yandan, Ayça Şen'in iddia ettiği gibi "Mustafa Kemal, Mustafa Kemal dat dara dat daraÖ" diye bir şarkı sözü de yoktur.
Müvekkil Ali Rıza Binboğa, Mustafa Kemal Marşını neden yazdığını belirtirken; "Türk Gençliği'nin Ata'sının izinde olduğunu her fırsatta belirtmeye ihtiyacı vardır. Çünkü bu Cumhuriyet, Ata'sı tarafından onlara "EY TÜRK GENÇLİĞİ.." hitabıyla başlayan söylemiyle emanet edilmiştir. Her fırsatta bu emanetin bekçisi olduklarını belirtmeleri hiç unutmamaları gerektiğini" anlatmıştır.
Oysa Ayça Şen'in yazdıklarından, sanki müvekkil Ali Rıza Binboğa Mustafa Kemal ile alay ediliyormuş gibi bir anlam çıkıyor ki bu tamamen iftiradır.
Ayrıca Ayça Şen, müvekkil Ali Rıza Binboğa'nın 70'lerde yaptığı albümlerle insanlarımızın tımarhaneye kapatıldığını iddia ederek müvekkili küçük düşürmüş, müvekkilin yeni albümü hakkında da; "insanların yeniden tımarhaneye kapatılma vakitleri geldi." diyerek müvekkile büyük haksızlık yapmıştır. Oysa müvekkil Ali Rıza Binboğa'nın; "Yarınlar Bizim", "İlköğretmen" vs. gibi albümleri yıllardır unutulmamış, insanlarımıza moral kaynağı olmuştur.
Ayça Şen, yazı içeriği ile hiç ilgili olmamasına rağmen; "O'nun bir de Yarınlar diye bir çocuk yuvası var, ve o yuvada çocuklara bu Mustafa Kemal Marşı'nı çalıyorlarmış ve çocuklar da tek sıra olup bu marşla yürüyorlarmış. Seneye Memo'yu o yuvaya vermeyi, ilk, orta ve yüksek öğrenimini o yuvada tamamlamasını istiyorum. Hatta ben de işi bırakıp tam gün o yuvaya öğrenci olarak girmeyi düşünüyorum, dat dara dat dara.." diyerek müvekkil Ali Rıza Binboğa'nın eşine ait anaokulunu ne yaptığını bilmeyen bir okul olarak niteleyip tamamen itibarına gölge düşürmüştür. Oysa müvekkilin eşine ait bu yuva yıllardır itibarlı ve alanında en iyi eğitimi veren yuvalardan biri olarak faaliyetine devam etmektedir.
Yazar Ayça Şen, ne maksatla kaleme aldığı belli olmayan bu yazı ile değerli bir insanı ve sanatçıyı üzmüştür. Ayça Şen, müvekkil Ali Rıza Binboğa'dan defalarca özür dilese incittiği sanatçı kalbini tamir edebilmesi mümkün değildir. Ayça Şen tarafından kaleme alınan, müvekkil Ali Rıza Binboğa hakkında aşağılayıcı, onur kırıcı, toplum önünde küçük düşürücü, gazetecilikle, basın ilkeleri ve ahlakı ile ilgisi olmayan ve daha da önemlisi suç teşkil eden ifadeler kullanılan bu yazı hakkında hukuk yoluyla mücadele edilecek, suç duyurusunda bulunulacaktır.
Ali Rıza Binboğa Adına Vekili
Av. Ajda Bilgehan

10 Haziran 2010 Perşembe

GÜZEL - HAVA - ANKARA En Yalan Üçlü

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.


Orhan Veli amcamız güzel demiş de havalar düzelemedi gitti. Ankara gene karanlık, soğuk mu sıcak mı belli değil, döneklik gırla gidiyor. Zaten git-gel ruh halli bi insana bu kadar yüklenilmez ki de mi? Bak gene bozldum bir şiir daha geldi aklıma, bu da pek sitemkardır;


Hey gidi Ankara hey
Beni de benzettin ya kendine
Astin suratimi, resmilestirdin beni
Hey gidi Ankara hey
Beni de benzettin ya kendine
Yüzümde bürokrat gülümsemesi
Içimde politik çikmazlar
Kaçinci askti tattigim aksamlarinda
Kizilay'da yürüyemeden el ele ayrildigim
Bir gecelik duygu esnemesinde
Yalnizligimla kendimi evime attigim
Tutamadigim mevsimlerini doya doya
Kaybettigim kendimi herhangi bir sokagin
Herhangi bir ayriminda...
Geçerken ömrüm giris katlarinda, üsüdüm titredim.
Otuz yasima girerken bir yaz aksaminda,
Bekar evlerinin soluk aydinliginda kötü aliskanliklar edindim.
Hiçbir kiza yalan söylemedim Ankara.
Ama bir ebruli aksamda, ezan seslerine karisti çigligim.
Oyaliyormusum kendimi geçici heveslerde.
Kar çiçekleri açiverdi yüregimde,
Sen ask de buna, ben çikmaz sokak Ankara.
Delik olan cebime koyacaktim tüm hüzünlerimi
Yine siirler çalip sairlerin soluk nefesli kitaplarindan,
Sarkilar sarkilar düzecektim ona ve Ankara,
Çelik renkli gecelerine dagittigim yildizlardan,
Taç yapacaktim sari saçlarina.
Gözlerindeki yesilden sürecektim antik yalnizligina.
Ikimizin de paylasacagi birisi olacakti hayatimda.
Anlarsin ya sen Ankara, ben ve o.
Üç kisilik bir dünya kuracaktik,
Gözyaslarinin kahkahaya karistigi su dünyada.
Duygu sevinecekti,
Telefon edip Zeynep'e evleniyormus diyecekti.
Frekansini yakalamisken tam da mutlulugunun,
Çankaya'dan bir rüzgar esti.
Kiskandin ya bizi helal olsun sana
Su ölümlü dünyada kendin gibi bir dünya görmeden,
Bogacaksin öylemi, kalabalik kaldirimlarinda beni.
Hüzne doyacagim öylemi, senin gibi gecekondularinda.
Benim gibi bir bozkir çocugu,
Meram aksamlarinda çiçeklerin nasil olgunlastigini bilirim ben.
Çözmüsken sifresini tam da hayatin
korkma Ankara korkma
Yazilmamis bir siirin okundukça çogalan ilk kelimesinde,
Akip giderken kaderimiz iki ayri yöne,
Mutlaka bulusacak vuslat denizinde.
Ankara korkma okudugu dualari anamin ikimizi de kurtaracak.
hiç ummadigin bir günde, söyle günes burcundayken sevinçlerin
sen bana alisacaksin ben de sana Ankara


Offfff, çatıya çıkayım bari, biraz puslu manzara yükleniriz bunun üzerine, çivi çiviyi sökermiş...

8 Haziran 2010 Salı

BENi DiNLEYiN # 1





Bu ilk " Beni Dinleyin" e hoş geldinizzzz. Benim kulağıma hoş gelen şarkıları paylaşacağım. 100 bin çeşit ruh haline bürünebildiğimden burada sıralayacağım şarkılar da epey farklı cenahlaradan olacak...

Benim adamım diyebileceğim tek müzik insanı da Frédéric François Chopin..

İlk iki şarkımız Joyce Bunuel'in yönettiği " Salsa " (2000)adlı filmin giriş sahnesinden geliyorr. Aslında Chopin deyince onu bir filmden hatırlamaya gerek yok ama arada filmi de akıllara dürtelim diyerekten böyle yazdım. Filmi de izleyin derim, değişik bir film, konulu hem de :) Haa soracaksınız "Dansla alakalı bir filmde bu klasik eserlerin ne işi var ? " diye ama onu da izleyebilirseniz öğrenirsiniz.

Maalesef işten yazdığım için buraya bağlantı koyamadım, ö.d. Sıkılırım diyenler için Özellikle youtube ve benzeri yerlerde aratın, çok değişik şeylerle karşılaşacaksınız ***

1 - Valse - Op.64 No.2 - in C#m (Ancak bir dahinin yapabileceği bir eser, çıldırmış.

http://www.chopinproject.com/2010/03/04/waltz-in-c-sharp-minor-op-64-no-2/

2 - Étude No.12 - Op.10 No.12 - in Cm (Revolutionary) ( Alıp götürüyor, walla !)


http://www.ktunnel.com/index.php/1010110A/2bcbeccbbdfc458e77672156d8b71020a7c5d2b4475e02df4cce41dac3805e9b6984b3caae1a5a1e349a1fd5815202376f74e85ff2f05d5f17544

No.3 ise belki garipsenir;

- Piano Sonata No.2 - Op.35 - in Bbm - Marche funèbre- Lento (Funeral March)

http://www.ktunnel.com/index.php/1010110A/a419b72351a9934a519bc59f769d3dd24ef410d23a15360ecfaacf0611f5120755d15846ded4949617703

evet Cenaze Marşı ama öyle derin ki, "amaaan" deme? topu topu 15 dk.nızı vereceksiniz.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Pazara Kayan Sendrom




Evet pazartesi sendromu pazar sendromu oldu artık. Eskiden sadece Pazar akşamı-gecesi hissettiklerimi şimdi ya cumartesi geceden ya da pazar sabahtan hissediyorum, Pazar uyandığımdan itibaren " amaaaan, yarın gene iş var " diyorum, mutsuz uyanıyorum. Yani şimdi de pazar kötü geçecek diye endişelenmeye başlıyorum. Sanırım hastalanıyorum. Psikologa gideceğimi zannetmiyorum, kendim çözeceğim bunu, ama önce sebebini netleştirmem lazım. Şimdilik hislerimi anlatmak yeterli olacak, gerekirse dönerim artık.

Sanırım en rahat tanımladığım şey - TELAŞ -. Böyle o önümdeki saatler alan aslında uzun zaman hemen bitiverecekmiş gibi geliyor. Tam anlamıyla birşeye odaklanmak neredeyse imkansız gibi :( Bunun sebebinin saatlerimin, günlerimin eskiden olanın tersine tamamen sayılı ve düzenli olması bence. Düzen çoğu zaman güzellikler getirse de sanırım benim gibilere pek değil. Benim özgürlüğüme atılmış bir kanca gibi geliyor bazen. Bir de en kötü his de şu; evdeyken dışarıda olsam diyosun, dışardayken de "ben napıyorum" niye eve gidip dinlenmiyorum diye hayıflanıyorum. Aynen üniversitede hazırlıktaykenki gibi. Gene hayat değişiklere gebe, bir sancı var ama tabii ki kestiremiyorsun ne olacağını ? !

3 Haziran 2010 Perşembe

KÖTÜLER , KARALAR ve GALEKTERSİZLİKLER




Sinir sinire karıştı, neye sinirleneceğimi şaşırdım! İsrailin ve Amerika'nın yediği boklar zaten 3 günümü götürdü. Şimdi bizim içimizdeki ahlaksızlar devreye girdiler anlaşmışcasına.

Yarım saat önce CNN-Türk'te (Zaten bu kanalın da nemenem bir oluşum olduğunu çözemedim ama fecii halde kızdırıyor beni. Amerikan mısın, Doğan mısın, sol musun ne boksun söyle de kurtulalım.) iki eski dışişleri bakanı Mümtaz Soysal ve Murat Karayalçın , konuklar bir programda. (İkiliye bak, bu kadar olur, dış politikada uzmanmış bu gençler :)başka bir cenahtan bi kişi koyamayacak kadar mı taraflı ve korkaksın abe Doğan'ın şüpheli çocuğu?) Programın dayanabildiğim giriş kısmından 2

örnek vereceğim. Pek sevgili uzmanımız Mümtaz bey akil bir insan tipinde söze bu oluşumun hükümet tarafından organize edilmeyen tamamen bir sivil girişim olduğunu söyledikten hemen sonra da ölenlerin suçunun hükümette olduğunu, o filonun gitmesine neden izin vermemesi gerektiğini belirtiyor. Ulen bari bunu aynı cünle içinde söyleme. Gülemiyorum bile, kasıldım kaldım.

Sonra pek değerli siyasetçilerimizden sayın Karayalçın'a, programın sunucusu, dünyanın her yerinde ve memleketimizde Erdoğan'a çokça destek olduğunu, halkın çoğunluğunun Türkiye'nin yumruğunu uluslararası arenada masaya vurduğunu düşündüklerini iletiyor ve yorumunu soruyor. Engin yorum ve hitabet sanatı sahibi Murat bey de beni koparan cümleleri sıralıyor. Tam hatırlamıyorum, mealen: " Masaya vurmak böyle mi olur, bu (RTE) masaya vurdu, 9 insanımız öldü, 30 u da yaralandı". Peeh be Murat bey, yaşlandın mı bunadın mı, nooldu? Bu sebep-sonuç ilişkisini ilkokul çocuğu bile rahatça ve doğruca kurabilir. Ama sen kuramamışın! Len olay olmadan durup dururken mi yumruğunu vurmuş a be hitabet kralım benim? Bu kısım daha çok trajikomik ama aynı zamanda acı...

İnsan birini sevmeyebilir, nefret de edebilir ama lütfen bu kadar alçalmayın yaaaa. Başımıza gelen şu melun saldırının daha 2. gününde saydırmaya başlıyosun. Kötü birşey mi oldu, at hemen hükümete. Kolay olan ve hoşa gidecek olan bu ya! İnanın son 10 yılda azami ölçüde belli bir siyasi kanada kaymamaya, takım tutar gibi bir parti tutmamaya, dedem gibi babam gibi kurusıkı sallamamaya çalıştım. Zaman zaman "amaaan hep aynı kişiler hep aynı şeyler, siyaset memlekete de bana da birşey kazandırmaz" dedim, apolitik olmaya yeltendim. Ama özellikle son 2-3 senede tekrar kaşınmaya başladım. Ahanda bu tipler işte beni kaşıyan, SİNİR eden. Mesela enginar sevmiyosam, bu tipler ve bu tip medya enginarın ne denli kötü-bet-kaka bişey olduğunu defeatle haykırıyorlarsa, gene mesela enflasyonun ve işsizliğin sebebinin enginar olduğunu iddia ediyorlarsa inanın o enginarı arar bayıla bayıla hem de çiğ çiğ yerim, en hasta enginarcı olurum.






Nasıl ki üniversitede top sakalla okula sokulmayanların, onları engelleyenlere az biraz sempatisi olsa bile nefret ettiği; Nasıl ki başka bir üniversitede, Maraş olaylarının yıldönümü diye 3 kere zorla kantinin televizyonu kapatıp (kibarca!) dışarı davet edenlere, yok olmayınca yurtların elektriklerini toptan kesenlere karşı öfke duymasının normal olması gibi...

Yıldım, wallahi yıldım.



(Programın tekrarı 02:15 te adı "Açıkça". Bakın görün...)

2 Haziran 2010 Çarşamba

SOYUN KURUSUN İSRAİL

Herifler bi de kutlama yapmışlar. Artık nasıl bir gözü dönmüşlük varın siz düşünün.

http://video.ntvmsnbc.com/israilliler-saldiriyi-boyle-kutladi.html

18 Mayıs 2010 Salı

Futbol Fanatikleri ve Fenerbahçeliler !!!





Güncel sinirimiz Fenerbahçe taraftarları... Bu konuda söylenebilecek öyle çok şey var ki nasıl özetleyeceğimi bilemiyorum şu an. Genel orak fanatiklikle başlayalım sonra elbet Saraçoğlu'na uzanaccağız.

Fanatik kelimesi çoğunlukla direkt olarak negatif bir çağrışım yapsa da bazı kesimlerde, kişilerde sempatik bir algıya yol açıyor. İşte bu tiplere kısaca fanatik denilebilir. Ee " Bu budur." gibi birşey oldu, kabul ediyorum, açalım o zaman. Bunlar öyle tipler ki normal bir insanın doğal olarak kötü addedeceği bir davranışı, futbol kisvesi altında mübah sayarlar ve özellikle şiddet severler. Her takımın böyle taraftarları vardır mutlaka ama maalesef bunların sayı olarak dikkat çekecek derecede fazla olduğu takım FB. Taraftar olan arkadaşlar lütfen yazı bitene kadar sabretsin ve tepki vermeden önce mümkün olduğunca başka birinin gözünden bakmaya çalışsın olaylara. çünkü bizlere yani o tip bir FB fanatiği olmayanlara göre önümüzde son derece acaip, akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan surumlar var.

Bu sabah bir abimizle işe giderken biraz konu açıldı. Kendisi bir Fenerbahçeli ve Psikolog. Sonuç olarak "Bu nasıl birşeydir Abicim?" soruma karşılık bunun RAHATSIZLIK ve HASTALIK nitelemesinin makul olacağı bir olgu olduğunu söyledi. Bu kişilerin tuttuğu takım için heyecan duyması, bir aidiyet hissetmesi gibi şeyleri geçelim, bu zaten heryerde olan birşey. Fenerbahçelilik ise bir hastalık gibi; haytı FB gözlüğünden görmek, bir spor klubü taraftarlığını hayatının pek çok daha önemli öğelerinin önüne almak işte en garibi ve kötüsü bu. Çünkü bir takım taraftarlığı hangi açıdan bakarsanız bakın milliyetin, dinin, ailenin bağlılığı karşısında bir hiç denecek kadar zayıf bir bağ kurar. Ama bu arkadaşlarda daha derin bağlar kurmuş. :) Mesela 2 fenerli arkadaş maçları izleyebilmek için evlerine benim para vermemin pek olası olmadığı şifreli kanal alırlar, fb ile ilgili herşeyi izlerken ve dinlerken yetmiyormuş gibi diğerini arayarak birbirlerinin sürekli nabzını tutarlar. 2 sevgili gibi sürekli konuşurlar. Ama dön dolaş zaten konuştuklarının derinliği bir yere kadardır. Oyun, transfer, yönetici, stat, GS ve bitti gitti işte. Ama nasıl beceriyorlar bunlarla yaşamayı hala hafsalam almıyor. Acaba bu iki arkadaş FB olmasa ne kadar görüşür ve konuşurlar? Tamam, bir takım taraftarlığı elbette iletişim aracı olarak süper bir araçtır ve fakat genelde iletişimi kurarken. Devam ettirmede neredeyse anlamsız kalmalıdır.

Son raddede Bursaspor'un şampiyon olması, sarı kanaryaların olamaması tabii ki çok ilginç, üzerine saatlerce konuşulabilir. Oralara girmiyoruz. Bir yanlış anons da değil benim takıldığım, 55.000 + 11 kadar kişinin nasıl olur da günümüzün teknolojisinde ve iletişim kolaylığında böyle bir yanılgıya düşmüş olmaları. Hadi taraftar 5-10 dk. haberin yanlış olabileceğini düşünmeden sevinmiş olabilir. Diğer yanda takımın belki 2 kez daha gol girişiminde bulunabileceği süreyi, rakibin puan kaybettiğini düşünerek heba etmesi en acısıdır. Düşünün, şampiyonluk maçı, son dakikalar, ama yönetimde, localarda, soyunma odasında, kenarda bir Allah'ın kulu o digiyi açmaz mı, radyo dinlemez mi, netten takip etmez mi, edenler telefon etmez mi? Ve yazık olur o taraftara. Çünkü takımını, kimliğinin önemli bir parçası yapan taraftar özellikle takımını maddi olarak desteklemek için forma alır ederinin 7-8 katına. Hesabını soramadığı parasını çarçur ederler böyle işte.



Sırada da sahaya inen garipler var, nedennnnn? Neden girersin sahaya, nasıl bir tatmin duyar insan evladı orada? Bunları anlamak zor. Gitmişler futbolcuları bağırlarına! basmışlar. Daha 5 dakika önce dünyada belki en çok nefret ettikleri, hiçbir şeyden çekinmeden herşeyine küfrettikleri adamları omuzlara almışlar. Bir de bunu daha önce de yapmışlar, tesadüf desek değil, alıklık belki, saflık veya hastalık.

http://www.goal.com/...fl%c4%b1kla-%c5%9fampiyon-oldu

Bir de gene anlamlandıramadığım ekranlara gelen timsah yürüyüşü yapan taraftarlar. Varın görün, yorumlayın artık, ne desem boş...



Son olarak sanal alemde fenerli fanatiklerin tavırları... Konunun dramatikliğinin apaçık göstergeleridir onların yorumları. İnsan bir an safça davranabilir, bir duruma hemen ayıkmayabilir, ama aşikar bir durumda kıvırmaya çalışmak komik bile değil, sadece trajikomik. Be hey adam sahaya inen 1000 kişi olsa, statda 55.000, eeee sen onlardan değilsin neden neden neden neden oradaki saçmalığı savunmaya çalışıyorsun. Yani "ya oradakiler safmış biraz, ya da yanlış anlamışlar, ya da keklenmişler, ya da boş bulunmuşlar" gibi bişey diyemiyomusun. Evet maalesef diyemiyorlar. Nedeni bence kabul ettiklerinde şeref ve haysiyetlerinin incineceğini, kendilerine ihanet ettiklerini düşünmeleridir. Bu da kocaman bir kişisel ruhsal bozukluktur. Bakın nasıl cevap vermeye çalıştıklarına örnekler:



İşte birkaç örnek:
* Fenerbahçe taraftarı ezeli rakiplerinden herhangi biri şampiyonluğu son haftada, anadolu takımlarından herhangi birine bıraktığında, o şampiyon olan anadolu takımının formasını giyip şampiyonluk turu atmaz. sarı-lacivert'in üstüne baska bir renk düşürmez.
*kendilerini bütün türkiye sanan bazı şahısların; 3. ve 4. olması ile kendilerini bütün bütün bursalı sanmaları sonucu olan eylem. yazık lan size!
iyi gülün aman ha, gelecek sene de her sene olduğu gibi kadıköy'de * gülersiniz. eferim eferim sağdan sağdan..
*demek ki kendi takımları ligde kupa mupa hedeflemeden, boş boş ter atıp sezonu tamamlayarak komik duruma düşmüyorlarmış. bu ne be. elbette ki büyük bir takımın kupa hedefi olur, başarır başaramaz o ayrı. galatasaray, beşiktaş ve diğer takımlar kupa hedeflemedi mi? galatasaray da 2 senedir üçün birini almıyor mu fenerbahçe gibi? beşiktaş bu seneyi kupasız kapatmadı mı? fenerbahçe türkiye kupasının da lig şampiyonluğunun da kıyısından dönmedi mi? 10 puan aşağıda kalmak daha komik değil mi? türkiye kupasında gruplardan dahi çıkamamasına rağmen ancak "fenerbahçe alamadı olm kupayı" diye tasak geçtiğini sanmak daha komik değil mi?

http://www.gazete5.com/foto-galeri/fenerliler-kadikoyu-yakti-516.htm

Daha daha yazarız ama hakkaten kafamdan çok şey geçmesine rağmen yazmak yavaş geçiyor. Aklıma gelenlerden son olarak üzüldüğüm bir şey daha; stadı yakmaları. İşte hadi bütün bu sayılanlardan hiç etkilenmedin, düşünmedin, burada bari dur, düşün. Ben ne yapıyorum - biz ne yapıyoruz de. Allah'ım bize akıl fikir ver de böyle çılgınlıklar yapmayalım de, dua et bari!

13 Mayıs 2010 Perşembe

Uzaylılar ne giyer?


Bu sinirimizin teması uzaylı gibi giyinen arkadaşlar. Önce uzaylı gibilerden kastettiğim şeyin; bulunduğu ortamda sırıtan şekilde davranan, görünen, konuşan kişiler olduklarını söylemekle başalayalım yazımıza. Davranışsal ve konuşsal olanları şimdilik bir kenara bırakıyorum, ilerde o konulara da gireriz. Bugün kılık kıyafetten dem vuracağız, maalesef ilk dikkat çeken ve ön yargı oluşumunda ciddi düzeyde etkisi olan giyinme olduğu için. Ben giyim kuşama şahsen pek aldırmayan biri olmama rağmen benim gibilerin bile dikkatini çekip "ööoouğğğ" dedirtecek derecede olan arkadaşlar var etrafıomızda. Tahmin edersiniz ki bunlar bayan. Erkekler toplum yapısından mıdır nedendir zaten süs-püs, giyim-kuşam, takı-aksesuarla, bakımla falan işleri olmaz. "Erkeği bozar böyle şeyler." Son yıllardaki metroseksüel yaklaşım da toplumumuza çok çok çoook yavaş bir şekilde girmekte. Konumuza etkisi önemsenemeyecek seviyede. Zaten hımmm bir reklam vardı, Arko traş bilmemnesinin, çok da güldürürdü bizi, çünkü anlamsız bir şekilde reklamın sonunda bir arka ses "arkooooooo" diye bağırırdı. düşünsenize bir noktadan sonra "Metrooooooo" diye bağırırlar arkanızdan, donar kalırsınız. Ahanda bulduuum...
Bunu da normal bir erkek istemez heralde. O yüzden erkekler pek fazla dikkat çeken kıyafet giymezler. Garip bir şey giyerse veya bulunduğu ortama göre fazlaca şıksa herkesin ona baktığı hissine kapılır ve bunu sevmez, hatunlarda ise durum tamamen tersinden işliyor. Bu büyük ihtimal içsel-hissel bişeydir. Amma velakin sosyal olarak çok tutucu olan bir devlet kurumunda bile temsili ve dışa dönük bir görevi de olmayan bir hatun çalışan, Sosyetik X toplumunun bir yılbaşı balosundaymış da, sanki 30 tane foto muhabirine patlayan flashlar önünde poz vereceğini, o hafta Y magazin programında " Dummmmm... sosyetik güzel Bayan Z, ( Bi de böyle bir ifade çıktı son yıllarda ne demekse artık. Benim anladığım, aileden bol paralı olup da onların çoğunluğu gibi olmayıp güzel doğmuş olan nadide parça...) yeşil renk ejderha desenli çorabıyla geceye damgasını vurduuuu. Dummmmm, dehşet güzel tepkiler aldıııı. Dummm, bu haftanın en şıkı bizden 9 puann alıyorrrr." deneceğini falan zannediyor heralde. Ya da bunun bir üstü-müdürü sabah bunu yanına çağıracak, " Z hanım bugün giymiş olduğunuz büstiyer ayakkabılarınızla uyum içinde, fishnet çorap kısa etekle süper olmuş, takdir ediyorum sizi çok iyi bir çalışanımsınız, ilk fırsatta terfi edeceksiniz. " mi diyecek. Ha eğer dertleri seksi görünmek, erkekleri çıldırtmak, bundan çeşitli faydalar çıkartmaksa bence yanılıyorlar. Bu arkadaşlara daha aklı başında kız arkadaşlar iletmeli " Erkekler yeri gelir gri bir eşofman altından yukarıda sayılanlardan kat be kat fazla etkilenebilirler.
Geçelim, daha başka ne olabilirrr? Hahh, bayanların kendi aralarındaki mevzulardan olmasın, bir nevi savaşıyorlar birbirleriyle, kıyafetleri de asvaş aletleri olabilir de mi? Tabii ki bizim erkek aklımız o savaşın dehlizlerine inemez, anlayamayız... Başkaaaa, bu kişiler süper boş, bomboş kişiler olup da can sıkıntısından kendilerine meşgale edinmiş olabilirler, yok yok olamaz...
Hakkaten başka sebep gelmiyor aklıma, o emeklerine, o parana yazık değil mi kardeşim. Hele bir de MAKYAJ meselesi var. Asıl o konuda acımışımdır hep hatunlara. Yazık. Defo kapatmakla ilgili söylemiyorum, kastettiğim aşırı makyaj tabi. Hele yüzünde 5mm. fondotenle sizi öpmeye kalkanlar var ya -ıslak ruju da unutmayalım- aman amaaaan. Dans gecelerinden sonra sağ omuzbaşımdaki lekeden ötürü kaç tane gömlek attım, hadi neyse özgür irade, kendini öyle görmeyi seviyosun diyelim işte bari insaf et, Uzaylıııııı.
Hele marjinallik olsun diye yapanlar var, pis sırıtıyor her halleri. Komik bile olamıyorlar, kirlilik yaratıyorlar, SİNİR EDİYORLAR...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

İlk adım...

Eveeet ey okuyucu, okusan da okumasan da ben yazmaya çalışacağım, niyesi; rahatsızım. Terapi mahiyetinde tavsiye üzerine burada beni sinir eden, kızdıran şeyleri yazacağım. Güzel şeylerden de bahsedebiliriz tabii ki, ama onun yeri ayrı olur heralde. Geçelim bugün kü sinirimize (İlk olacağından; nereden başlayacağıma çok zor karar verebildim) Çok genel, hatta klişe denilebilecek bir durum. Kız-Erkek ve flört.

Kadınların kaçması, heriflerin peşlerinden koşması. Acaip bir illet, pis, iğrenç bir vaziyet! Sen aklı başında, hayatın genel olarak nasıl birşey olduğunun farkına varmış uslu uslu takılan hala genç olarak addedilebilecek birisin, kısmen mutlusun da. Derken hiç birşeye bir niyet belirtmezken kızın biri dikiliverir karşına. En fazla "Mrb. ben şu, şu işi yaparım, güzel dansederim, hah hahah". Tamamiyle beklemeksizin, ağırlaşmış ruh halinin etkisiyle rahatsınız, hatun güzel olsa da yazmak, asılmak kabilinden bir moda girmiyorsunuz. Herşey buraya kadar güzel... Ha bu arada bu durumlarda birkaç kıza da söylemiş olduğum bir laf var, pek beğenirim.

" Yaa sen pek güzelsin, şirinsin, Hoşsun -yani hoşlanıyorum- ama tabii ki bu seninle bir ilişki içinde bulunmak gibi bir isteğim olmasını gerektirmez, değil mi canım?"

Birini hoş bulabilirsiniz, size hoş gelebilir ama illa onunla bir başka boyuta geçmek zorunda mıdır insan? Maalesef pek çok hemcinsim (Ben de önlenemez bir şekilde böyle bir süreçten geçtim) Allah ne verdiyse yükleniyolar ha bire. Gelişimin bir sürecinde normal ama o süreç de çok kısa bir süreç. (Ben de biraz geç oldu ama 6 ay falan sürmüştür) Onun haricinde, ne kadarrrr öküzlemesine bir rahatsızlıktır ki bu, duramazlar. Her daim birine asılmak zorunda hissederler kendilerini. Neyse bu süreci atlatmak lazım gelmeli, atlatamayan için kızlar ne yapsa ne dese yeridir. Neyse biz böyle olmayan normal biriyiz şimdi he mi? Soora kızın biri görünür ve bu sağlim halinizi alır götürür ve delirtir sizi. Hakkaten acaip zevk alıyolar heralde! Nitekim böyle birşey geldi başıma. Epeydir de ne olduğu belli olmadan mallamacasına devam ediyor. Biz kimiz, aramızda gerçekten birşey var mı, hoşlanmak var mı varsa bu işin neresinde, yoksa sadece basit bir arkadaşlık mı? Bi mok bildiğim yok, ulen insan hiç mi birşey bırakmaz içinden? Sonra kendine bir soruyosun, Oğlum Balık diyosun, " len bırak ne uğraşıyon Allaaan manyağıylan, kendini tribe sokuyosun. Bırak serin dur biraz, o gelsin, o arasın!"

Yok yok, olmuyo öyle de, bu sefer de çıt çıkmıyor, ne iş bu kardeşim? Sadece bu değil, eyvallah deyip sarılıyosun telefona; çok da güzel konuşuyor, sanki araya 1 hafta girmemiş gibi günlük hayatından bahsedebiliyor, aranızdaki meseleye dair imada bile bulunmuyor. "eeeeeee" diyorsun, 1 saat konuştuktan sonra bakmışsın aklında kalan birşey yok. Ne konuştuk lan diyosun sonra! Büyüüüüük bir boşluk. Senin tepen atıyor, yeter diyorsun, sonra gene alakasız bir yerde acaip bir sıcaklıkla karşına çıkıveriyor, Bir öyle bir böyle bir öyle bir böylebir öyle bir böyle...
Sonuç olarak sinir hastası olmaya hergün biraz daha yaklaştırıyor bu durumlar beni, müdahil olduğum ve beni entkileyen etraftaki olayları çözemezsem, anlamlandıramazsam kafayı yiyorum.

El amaaaaaan arkadaşlar, yar bana bir akıııııııl.....

Bu Blogda Ara